Cumartesi, Şubat 25

sabah vakti de olsa.

http://fizy.com/#s/1aj9k9

Ankara tehlikeli bir şehir, kolumu acıttı.

Cumartesi, Şubat 18

öyle sarhoş olsam ki...

mevzu bahis alkol olduğunda, ben hiç ağzımla içemem. kıçımla içerim. herkesin gecesini mahvederim. mizacım böyle. sarhoş olduğum ilk 2 saat çok eğlenceli olduğumu söylerler ancak sonraki azabı korkunç oluyor gerçekten.

bir de, bazı insanlar vardır, ağızlarıyla içerler, yeri gelince bırakırlar, tatsızlık çıkarmazlar. Ben işte hiç onlardan olamadım. ben ya tam içerim, küfelik olurum, ya hiç içmem, bi anlamı yok çünkü :) hafif çakır keyif olayım, masadaki bütün içkileri içme isteğiyle dolup taşıyorum. Daha fazlasını istiyorum hep. Kusmaktan geberene kadar. Manjede, kusup kusup içmişliğim de var anca bu birazdan bahsedeceğim gece o gece değil.

şarkıda öyle sarhoş olsam ki diyor hani. işte ben öyle böyle değil, kainatı unuttuğum oluyor sarhoşluklarımda.


toparlamak gerekirse, ömrü hayatımın, son bir yılına iki ciddi alkol vakası sığdırdım.

birincisinde izmir'de liseden arkadaşlarımla buluşmuştuk. yanlışım yoksa, manje'deyiz. ki manje benim sarhoşluğumu en yakından tanıyan mekandır canım izmir'de. bi garsonu vardı, gelir gelmez ecaanım, ecaanım (ece hanım) hoş geldiniz diye kapılarda karşılayan, pek severdim. neyse. işte gene ben sabahtan çakmışım lustralı, keyfim bi güzel olmuş. kırmızı rujumu sürmüşüm, kırmızı şarapları bekletir miyim. lıkır lıkır lıkır geçiyor boğazımdan, şifa niyetine... ilk bir iki saat, dünyanın en neşelisi, en affedicisi, en şefkatlisi, en cana yakınıyım.
neyse, rahat battı benim yanında bulunduğum topluluğa, tutturdular kordona oturalım da kordona oturalım. iyi dedik kalktık. elbette ki tekelden bir büyük şişe kırmızı şarap daha alındı. son paramı vermiş bile olabilirim, ama çok emin değilim. içicem, içmek istiyorum, öyle bi mutluluk sunuyor bana o kırmızı şarap. şişeyi yarıladım mı yoksa bir kaç yudum mu aldım bilemiyorum, hayatımda ilk defa yer ayağımın altından kaydı, olm nası sallanıyor var ya, duramıyorum, mal gibi topukluları da giymişim ayağıma. kafamı küüüt diye lavaboya çarptığımı hatırlıyorum en son. eve nası gittim, nası girdim, bilemiyorum. annemin dediğine göre ekin kucağında taşımış, kimdi hatırlamıyorum buket olabilir onun dediğine göre taksiye ve özge'nin kucağına kusmuşum.

şimdi bana deseniz bir daha özge'nin karşına çıkabilir misin? çıkamam. mahcubum çünkü. ayda yılda bir görmüşüm kızı, ne bokuma kusuyorsun di mi kucağına, keşke buket'e kussaydım, o daha kolay affederdi :)

nitekim eve girmekle gece bitmedi. göz bebeklerim kaymış. göremiyorum. karşımda ne var göremiyorum. annem göz kapaklarımı kaldırıyor, sadece bi sis ve buğu görebiliyorum. buz gibi suyun içinde 4 saat oturtmuş annem beni. babamın hastaneye gidelim, hastaneye gidelim, alkol koması geçiriyor dediğini hatırlıyorum bir de, bir de şiddetle gitmem ben hastahaneye dediğimi.

ne sonra, küvetin içinde sızmışım, annem kurulayıp yatırmış.

ertesi gün de, otobüsüm var, ankara'ya dönücem. hasiktir diyorum ha bire kendi kendime, ben ne dicem şimdi anneme babama. annem sabah kalkınca epey bi fırçaladı, babam yokken. ama işte baba faktörü var, deliler gibi mahcubum adama ya. adam okutmuş büyütmüş, benim kendimi düşürdüğüm hallere bak.

Babam, o gün, vedalaşana kadar tek bir kelime etmedi konuyla ilgili.


Tam servis geldi, ben annemi öptüm, sıra babama geldi, aynen şunları söyledi:

güzel kızım, dün gece 5 saat başındaydık, o kadar çok su içirdik, o kadar çok kusturduk ki mideni yıkamış kadar olduk. ancak bunu ankara'da sana hiçbir yaşıtın yaptıramazdı, başına böyle bir şey gelirse lütfen hastaneye git, olur mu?

utandım, duygusallaştım, bi eblek oldum. tamam baba dedim. vedalaştık, ayrıldık.

ondan sonra çook uzun bir süre ağır sarhoş olmadım.



gel gör ki, dün bana bi geldiler. efkarlıydım da. 90lar partisi varmış if'te. haberini alır almaz aradım yeliz'i, nilgün'ü, eda'yı, dedim gidelim. öncesinde edanın arkadaşlar, benim arkadaşlar falan hep beraber eda'lara gittik. tekila aldık, portakal aldık, tarçın aldık, biralar ve şaraplar aldık.

dur biraz daha geri sarayım. kilo aldım. asgari yemek yemeye çalışıyorum. dün sadece kahvaltı ettim. lustral içtim. üzerine kadim dostum cipro'yu içtim(çünkü tıp dünyası idrar yollarıma cipro dışında gerçek bi çözüm üretemiyor). ne diyordum, biralar şaraplar falan. çok içmedim bak, ciddi söylüyorum. ama hep şunun korkusuyla içtim, ulan cipro aldık ama, sikmesem bari bünyemi. İçmeler tamamlandı, artık gidelim partiye dedik, ben taksiye binince anladım ne halt yediğimi, ağır bir mide bulantısı, duramıyorum.

doğru eve döndük. döndüğümüz taksiden her kırmızı ışıkta kaçıp, kusmaya gittim. arkamda bi yandan ayşegül geliyor, bi yandan tuncay...

eve girince ayşegül bana soğuk duş aldırdı, ben sıcağı açıyorum, o soğuğu. donuyorum yapma nolur diyorum, işkence gibi yahu, donuyorum, kız buz gibi su açıyo hala. beni aldı mı bi titreme. oysaki izmir'de sıcak suya katlanamıyordum, soğuk soğuk gelsin istiyordum sular. bu sefer çok farklıydı, donuyordum.

benim çenemin özelliği şu ki, acayip titrer. yaz kış titrer. zangır zangır titreyerek bindik taksiye, doğru acile. kırmızı ışıkta duran arabalara kıvanç inip hasta vaaar diye falan bağırıyo, ilerleyin diyor, öyle bir telaşe içerisinde vardık hastaneye. ama nası rezilim, ağlıyorum, doktor bey size güveniyorum nolur beni kurtarın, nolur bişi yapın diye yalvarmalar bişiler. bi yandan diyorum benim babam da doktor(bunun hiç bir manası yok). bir yandan diyorum doktor bey size çok mahcubum. bi yandan diyorum ölmek istemiyoruuuummmmm!!! derken derken bağladılar bana serumu, verdiler burnuma oksijeni, bi rahatladım, bi kendime geldim ama çenem durmadı. herkesi çok korkuttum. hayır o değil, bütün her bokum normal çıktı, doktor kıvanç'a psikolojik olarak böyle, herşeyi normal demiş...

bunu bu sabah öğrendim. sanki beni ilgi çekmek için intihar eden kızlar gibi gördüler gibi hissettim, çok üzüldüm. isteyerek olan bişi değildi çünkü. arkadaşlarım çok düşünceli olduğundan, ölüm korkumla da biraz dalga geçtiler...

anksiyete bozukluğu, bende daha önce gaipten kalp sıkışmaları, solunum yetersizlikleri, kalp ağrıları yaratmıştı, bahsettim mi bilmiyorum. kalp krizi geçirdiğimi zannedip acayip tırsmıştım. neyse hastaneye gidince türlü testlere girdim, kalbimde bi sorun yok. akciğerlerimde bi sorun yok. psikolojik dediler. zaten dedim bende panik bozukluk var.. panik atak geçirmişim meğersem.

sonradan aşina oldum bu ataklara, kalp ağrılarını sallamamayı öğrendim. ancak sarhoşmuşum gibi midemi bulandıran, bütün vücudumu titreten şeyin de psikolojik çıkması, yuh anasını dedirtti bana...

arkadaş, nası bi beyin var bende !?? dertsiz başına dert arıyor. oturduğum yerde türlü türlü hastalıklar yakıştırıyor bana. habire "ha öldüm, ha ölücen gülüm" mesajları veriyor. sinirlerim bozuldu artık...

tedavisini de oluyorum, ne geçmez hastalıkmışsın panik bozukluk!

sonra, serum bitince doktor bizi yolladı, eve geldik, ben uzunca bi süre dizi izledim çünkü hala bulanıyordum hafif hafif. derken sızmışım.

sabah kalktım, işte ayşegül biraz üzerimden geyik yaptıktan sonra bana şey diyor, ece senin canını sıkan bir şeyler mi var, konuşalım mı biraz?

yok dedim, yok bişeyim benim. özür dilerim.

böyleydi. anlatırken iyi de, yaşarken korkunçtu.

Cuma, Şubat 17

anı.



bilesin bu yollar dağlar dolanır.

Perşembe, Şubat 16

Şöyle bişey gördüm. Sonra üzerime alındım..







''bir zamanlar düşmanlığın bencilliğinden ve aşırıcılığından geliyordu.
şimdi de dostluğun öyle..
beni bırak sen, kendini çöz.''



Haklısınız.

Pazartesi, Şubat 13

Anason kokarken sofralar...

2008

2009


2012



Diyeceğim o ki çocuğum, yaşlandırıyor beni aynalar. Ve her geçen yıl birer birer eksildiğim masalar oldu. Masamdan eksilttiğim güzel, çirkin, iki yüzlü, samimi, yapmacık kadınlar ve adamlar oldu. Masaya oturan yepyeni güzel, çirkin, şefkatli, zararlı, yardımcı, insanı kullanıp sömüren, iki yüzlü, sevecen, üzerime titreyen  adamlar ve kadınlar oldu.

İşbu sebepten, bu şarkı kederli olmasa bile hüzünlü olmuş, var mı farkını ayırt edebilecek? Geçen gün annemle arabadaydık ve bağır çağır dedik ki, anason kokarken sofralar, yaşlandırıyor seni aynalar, her geçen yıl birer birer masadan eksiliyor dostlar...

Sonra annem de dedi ki, hadi gidelim de anason kokan bi sofra hazırlayalım, nitekim olmadı onun yerine bira içtik noxx'ta ana kız zıpladık, efkar dağıttık.


Kalkmayacağım bi başka masa var ki, o da Hazal'ın masasıdır.

Şerefinize içiyorum!