Salı, Aralık 29

a long december

2009, çok ama çok ama çok zor geçtin. bitmek bilmedin, ömrümüzden çalıp, ağzımıza sıçtın. en kötüsü bu heralde dedikçe buyrun daha kötüsünü hazırladım diye karşılık verdin. nihayet gitmektesin. ve 2010, lütfen sen onu örnek alma bebeğim... senden de ultra güzel, acayip süper şeyler beklemiyorum zaten, hani mikemmel sevgiliymiş, paraymış, derslerde başarıymış, müthüş arkadaşlıklarmış. hayır istediğimde verdiklerini de gördüğüm için korkuyorum bi yandan böyle beklentiler içine girmeye. ortalama bişiler ver bana, ne oldum delisi olmiyim ben en iyisi. normal şartlarda 150 kere yok, bu yıl benim yılım olucak; yok şöyle müthiş geçicek, yok böyle harikulade gelicek diye atıp tutmaya başlamıştım. mert hep der; çift yıl gelicek dertler biticek diye. ben bütün çift yılları sevdim ama pek çok çift yıl beni sevmedi, neyse işte, uçmaya başlamış olmam gerekirken bu sefer bi temkinli, bi cool'um, sanırsın unumu eledim, eleğimi astım. bi umursamaz ifadeler falan. yani öyle değil de, aslında :/ hevesimi kırdılar bebeyim. ama ayaklanıcam sanırım yakında, bi kaç ay geçsin, bahar gelsin, çiçekler açsın, menapozlu kadınlar gibi bi giyinip bi soyunmaya başlayalım, düzelicem, sözüm olsun. 2010 adam olsun.



iki yıllık aralık ayı geleneğimi de bozmayayım. vakti zamanında içten içten, inana inana söylemiş ve hatta abartıp dağlara haykırmış olsam da artık gülerek mırıldandığım şarkı; a long december. buyrunuz;

(üzerimdeki sözde candan erçetin olgunluğu diyelim)


and it's been a long december and there's reason to believe
maybe this year will be better than the last.
i can't remember all the times i tried to tell myself
to hold on to these moments as they pass

gelenekler demişken; şu türkselin klasik yeni yıl şarkısında ben oldum olası kendimi tutamadım, hep ağladım hep ağladım, bak gene ürperdim dinlerken, yok değil, dişi olmamın gerektirdiği muazzam periyodik döngümün ruh sağlığım üzerindeki etkisi değil.


dilerim yeni yılda yeni bir sen tanırsın ece. ve ben bir başkasıdır.

Perşembe, Aralık 24

ben bir başkasıdır.

Çarşamba, Aralık 23

unutmak çok kolay

ben, 1-2 aydır ama özellikle de bu aralar unutmaya odaklı yaşıyorum. önüme gelen ne varsa unutuyorum.

ayşegülün abartısız şekilde günlerdir, defalarca noter şeyleri için bak 9da güvenpark'ta olucaksın sakın unutma, lütfen bu sefer unutma demesine rağmen, bu sabah kalkıp gitmeyi unuttum. yavrum önce nerdesin diye , sonra unuttum deme bana diye mesaj atmış, 1,5 saat bekletmek suretiyle yanına gittim.

sonra cüzdanımı bi başka arkadaşımın cebinde unuttum.

sonra ipodumu sınıfta unuttum, unuttuğumu fark eylediğimde yurda varmak üzereydim

sonra gittim, miniğime kavuştum, öptüm kokladım, yurdun kapısına vardım, oda anahtarımı unuttuğumu fark ettim. danışmaya gidip sadece baktım, dünyanın en sevimli görevlisi de bana anahtarını unuttun di mi ece dedi, hüzünlü bakışlarımla evet dedim.

sonra odaya girince sabah çamaşır makinesine çamaşırlarımı attığımı hatırladım. onları da çamaşır odasında unutmuş oldum böylece. dolu dolu unuttuğum bir gün oldu. korkuyorum artık zihnimden.

"çocukluğumun akşamları çıkagelin, acıktığımı unuttum.
aklımda ne vardı şimdi, ne isyan, ne sinkaf, ne halt unuttum."

Pazar, Aralık 20

sıradaki postumu melek teyzeme ithaf ediyorum

gündüz uykularından bile beni kabusla uyandıran bir şaşırmış bilinçaltım var artık benim. misal az önce kalktım?(şimdi buraya bi açıklama getireyim, az önce dediğim 1,5-2 saat önce kalktım ama geniş çaplı bir watashi wa candy taraması yaptım nette) tahmin et nası huzursuz nası mal gibi kalktım. eskiden de bok varmış gibi o huzurlu öğlen uykularını reddederdim ben, anarşik duruşumun(!) ilk sinyallerini orda verdim, evet. arkadaşım, 5-7 yaşları arasında bişisin zaten, uyu yani, ne kaybedersin ki, uyanınca melek teyze çikolatalı ekmek ve sütlü çay(ingiliz kraliyet ailesindendi melek) eşliğinde ziyafet çektirirken, sen de ay savaşçıları, tusubasa ve şeker kız candy'den birini izliceksin yani program çok basit ve isyan bayraklarını çekmeye gerek yok. hakikaten zor değil hani. neyse şeker kız candy bence orospuydu. antony'yi hemen unuttu, antony, attan düşüp ölebilicek bahtsız antony, cengaver antony, hiç haketmiyodu böyle bi muameleyi. antony daha iyilerine layıktı ya, hani yaşasa candy ye siktiri çekerdi bence zaten.


eheh, antony, isterdim ki sana tek bi sözüm var diyeyim ama 3 tane sözüm var bak.

first of all, seninki, senin yasını, na böyle tuttu.


secondly diyeyim, "seni versinler ellere, beni vursunlar."


finally; yaftalamadan bi düşün anthony.

son derece vurucu bi son bu.

common people

jarvis cocker! sen beni seversin, ben seni severim adamım!

tamam ama, bu serdar ortaç triplerini, olumsuz cümlelerin olumsuz olduğunu belli etmek için hem kafayı hem tek parmağı fütursuzca sağa sola sallamayı, iki derken ikiyi göstermeyi, şarkının bitimine doğru bütün notaları avcunun içine alıyormuşcasına o kolu avucu sıkarak indirmeyi falan sana kimler öğretti, ha miniğim?


yine de, gel gör ki, efendime söyliyim(bunu sadece kullanmak istedim), ve hatta mamafih, dünyanın en güzel you're so funny! diyen ve
dünyanın en güzel şarkı söylerken arada ahaha diye gülen adamısın, bilesin. ölürüm sana ölürüm hişt zilli demekten kendimi alamıyorum, sabah sabah. ayrıca serdar ortaç'ın da sahnesi çok iyiymiş, ahaha. bi nevi, bak kardeş.

you'll never understand! how it feels to live your life with no meaning or control and with nowhere else to go! hmm.

Cumartesi, Aralık 19



ah ben şimdi ne çok özlerim alavarayı. can yücel sokağı.

Çarşamba, Aralık 16

ama ama ama...

you're a part time lover
and a full time friend

the monkey on your back is the lastest trend
i don't see what anyone can see in anyone else but you

i kiss you on the brain
in the shadow of the train
i kiss you all starry-eyed
my body swings from side to side
i don't see what anyone can see in anyone else but you

here is the church and here is the steepl
we sure are cute for two ugly people
i don't see what anyone can see in anyone else but you

pebbles forgive me
the trees forgive me
so why can't you forgive me?
i don't see what anyone can see in anyone else but you

i will find my niche in your car
with my mp3, dvd, rumble-pack, guitar
i don't see what anyone can see in anyone else but you

do do do-do do do-do do do do

up up down down right left right left b a start
just because we use cheats doesn't mean we're not smart
i don't see what anyone can see in anyone else but you

you are always trying to keep it real
i'm in love with how you feel
i don't see what anyone can see in anyone else but you

we both have shiny, happy, fits of rage:
you want more fans,
i want more stage.
i don't see what anyone can see in anyone else but you

don quixote was a steel-driving man,
my name is adam
i'm your biggest fan
i don't see what anyone can see in anyone else but you

you squinched up your face and did a little dance
shook a little turd out of the bottom of you pants
i don't see what anyone can see in anyone else but you

do do do-do do do-do do do do

but you...


Salı, Aralık 15

little iv'in kısa kısaları kibin, fotoğraflı

san'at yaptım ben benzinliği çekerkene.
bu klişeyi biloga koymazsam alınabilicek okurlarım varmış, öyle duydum.


hazalimu, ben de çok isterdim bi seda sayan karizması taşımanı ancak olmadı mı olmayor.




Pazartesi, Aralık 14


izmir- muğla yolunun, izmire daha yakın tarafında konumlanmış bu ağaç.

Pazar, Aralık 13

Cuma, Aralık 11

hiç kimsenin, yağmurun bile böyle küçük elleri yoktu belki ama benim var.

Perşembe, Aralık 10

gençler ve kendini genç hissedenler, bişi söylemeye yelteneyim dedim, şimdi kimse kimseye teslim olmamış olsaydı şayet, ben 3 gündür sadece ama sadece "bir eflatun ölüm"ü dinliyor olamazdım. şarkı dendiğinde sadece "bir eflatun ölüm"ü algılayamazdım. bu naifliğe hayran kalamazdım. iyi ki birileri birilerine "git dersen giderim, kalırım kal dersen" diyebilmiş de bana gün doğmuş, aferin.

bir de iyi ki doğmuşum.

bir de, bu gün çocuk doğuranlara isim önerisi
dişi: ecenaz
erkek: egenaz

öf, pöf.

veda busesi

her şeyi bozuyor olmalı begonyanın kararsızlığı.

ölme! sana ihtiyacım var; bütün yenildiğimi duyacağım sabahlar için. uyurum ve her şey geçer.

aşklarımız kaçtıkları yerlerden dönmese, "her aşk bir tutsaklıktır"dan ders almayıp yeni ve daha şehvetli aşklara aksak; bizi seven bir şiir okusak, geleceğin yollarını şaşırsak, çatılarda dudaklarımız çatlasa, günahlarımız haklarımızdır diye bağırsak, hatalarımızı teker teker kutsasak... senin gecelerini kar kaplamasa, benim gecelerimi yalnızlık...

""""sen yaşlan, ben seni hep bacaklarımı okşarken düşleyeyim. ve savaşı barıştan daha fazla, sadece senin için isteyeyim."""""

yaşlıyım derken beni nasıl yaşlandırdığının farkında değil misin... oysa ölümlere birlikte ağlayabilirdik. ama sen, ihanetin tadını bile bilmiyorsun.

ah eğimliydik ölmeye... ah eğimliydik çok sevişmeye... ah niye ağladığımı bir bulabilsem...

kimse çözümsüzlüğünü seçmiyor. bu bir seçim değil; çıkmaz sokakları sevmek bir seçim değil.

burada ya da orada, kuzeyde ya da güneyde, bize kollarıyla sarılan tek gerçeğin """sarılmak""" olduğunu....

küçük güneşim, zaman dur durak bilmeden eteklerinden sonbaharı süpürüyorken sana yine o bildik şarkıyı söyler, saçlarına, hani tıpkı o son cümledeki gibi, diyerek sarılırım.

"""bir prenses ya da bir anarşist olmaktan çoktan vazgeçmiştim, hep kandırdım seni."""

dün pazarda dolaşırken kestane kasasına dalıp gitmişse gözlerin, o kestane kasası kadar inanmalısın bana.

belki de sana gelmek yerine saçlarımı boyatmalıydım. bir şiir bırakmak için, tıpkı o şarkıda olduğu gibi; sadece beni sev diye.

inan adaletli değil hiç bir alışveriş. güçlü ve güzel kalmalıyım: kışın, yazın ve hüzünlü sonbahar geceleri. inan dokunduğum bir koku bu; ellerime inan... """hiç ağlamadığın bir şey mi yoksa sana anlatmaya çalıştığım..."""

aptalca olduğunu bile bile, durmadan gitmek zorundayım diyen ve seni seviyorumlar kadar acımasız yazacaklarım. ama gitmek zorundayım ve yeterince üzgün olamayacaksın.

....bir tek çarşafımı buruşturarak uyuyan adamdan utanmadığımı....
....hiçbir şeyi anlatamadığımı....

Pazar, Kasım 29

msn iletisine "little mittle thinglere kızıp dont go" yazan insan tanıyorum ben. hastalanayım mı?

Perşembe, Kasım 19

-dünyalar kadar hastayım ve dünyanın en şefkatli insanı bi nasılsın bile demedi henüz bana :(
-öğrenilmiş depresyonculuk oynuyorum, dondurma soğuk olacağından büyük bi kap meyveli yoğurtla düzeyli bi ilişkiye girdim.
-ölüyorum galiba, meyveli yoğurt ve ada çayı kusucam!

Pazar, Kasım 15

pazar günleri tedavülden kalksın!

Çarşamba, Kasım 11

Canon see him!

birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz şu günlerde, furkan bi kampanya başlatmış! elbette kendisi için :) düşünmüş, taşınmış ve demiş ki, hayalimdeki fotoğraf makinesi için ben 2010 tane fotoğraf çekerim arkadaş. üstelik bunları canon'a hediye ederim, canon da bana hayallerimin fotoğraf makinesini verir, hem ona da reklam olur, canon kazanır, ben kazanırım, hepimiz mutlu oluruz. evet! ben de vakti zamanında, bi gün bu makineyi alabilicek miyim, alamıycak mıyım, ya alamazsam, aldım, alamadım yarın alayım, hemen alayım diye diye kafayı yiyodum. şu anda nası bi istekle o makineye kavuşmak için çabaladığını anlıyorum sayılır :) e bunca ortak noktadan sonra, üstelik benim bebeğim de canonken, dedim ki ben neden destek olmuyorum :) dışarıdan gelen destek fotoğrafları, furkanın geri sayımına katılmıyor ama olsun, destek destektir! dün çıktım, 2 tanecik fotoğraf çektim ama bu şimdilik, önümüzdeki günlerde sayıyı artırırım diye düşünüyorum. güzel günler göreceğiz, güneşli günler :P


buyrunuz;






henüz kendi fotoğrafımı canon see him şeysiyle çektiremedim, çektirince eklerim yakında aman eksik kalmiyim :)



kel alaka ama ben bu kızıla yakın saçlarımı bi türlü sevemedim. kırmızıya dönüşüm yakındır.



şöyle böyle

daha az sıkılıyorum artık. ama bütün gün boşum. bi de var ya, insan ölmüyomuş, iki ağlıyosun, mazoşistçe tavırlar sergiliyosun ve hatta dumanlara boğuluyosun ama bi gün düzlüğe çıkıyor o yol. geçiyor

Çarşamba, Kasım 4

umay umaylar, nazan önceller, bittimse bittimler, hayat güzelmişler, ezginin günlükleri, candan erçetinin kızıl saçları, sitemleri, kop koyu mora boyattığım kırmızı saçlarım, özlediğim kırmızı saçlarım, bugün aldatıldığımın ilk ay dönümü olması, bugün güvenimi kıran ağzıma sıçan ilk erkekle -ki ona 3 yıl sevgilim demiştim ben- son konuştuğum günün 30 gün sonrası olması ama buna çok takılmayışım, kuzenlerimi özleyişim, odtünün yüzümü acıtan soğuğu, bana bir masal anlatmayan babam, eksik eksik gülüşlerim, tüm bunlara çok gülmem, çok ağlamam. ergen ruhu taşıdığım için kendime sövdüklerim, kordonu, içmeyi, sıçmayı özleyişlerim, aldırma deli gönlüm (!) dedikçe, her boka aldırışım, incitiyorsunuz siz beni.



bu gün yolda yürüyodum. bi şarkı duydum. kalbim acıdı.

Perşembe, Eylül 24

bir civcivin pek fazla olmayan anıları

dün itibariyle yurduma yerleşmiş bulunuyorum. artık elinde havlu, diş fırçası, diş macunu, sabun, tuvalet kağıdıyla beraber koridorlardan geçip lavabolara ulaşmak neymiş, nasıl bişeymiş biliyorum. bi de odtü büyük bi şehirse şayet, bizim yurdun oralar bildiğin kırsal. inekleri alıyolarmış ztn :/ ders seçmek nedir onu öğrendim, ağlamaklı bi tecrübe oldu benim için. annemin deyimiyle, yeni bir civciv olarak melül melül baktım, gezindim, dolaştım. bir de şunu aldım, ki kendileri çok cici.

minik bir balığın okyanuslara atılma vakti geldiğinden mütevellit, birazdan tek başıma armadaya gideceyim, ne var ne yok göreceyim(!). daha eğlenceli şeyler yazmak ümidiyle...

dior forever mı, mac super fix mi? :/

Perşembe, Eylül 17

no başlık!

şimdi ben gidiyorum ya, her ne kadar babamla aldığımız saç havlusunun rengine kadar çılgın tartışmalar yapsak, abartıp kavgalar etsek de sürekli bişiler alıyoruz, ehe ehe şeklinde dolanmama engel olamıyorum. babaların hepücüğü mü böyle, yoksa bana mı böylesi denk geldi bilemiyorum bu arada, zerre anlaşamıyoruz yahu. kronik muhalefet bi defa. en küçük konu dahi olsa, ne yapar eder zıtlaşıcak bir yer bulur. üstelik taktiği hep aynı, şöyle başlıyor diyaloğu, kızım onu alma bence bunu al, tabi sen bilirsin de bence bu daha güzel, bunu al sen bunu al, bunu alıcaksın. sonrası kıyamet zaten, neyse, konuya dönüyorum. öncelikle ne zamandır istediğim, bilogumun daha 2. postuna bile fotoğraflarını koyduğum canon eos 450d'ciğimi aldım. dün aldım hatta, fakat ben bedeviliğiyle nam salmış biri olarak, gene tüm talihsizliğimi buncağıza yansıttım. lensini taktık orda, bir iki çekim yaptım bişiler, bebek gibi aldım kucağıma, bindik arabamıza, eve geldik. onu ilk şarj uykusuna yatırıp kendimi dışarı attım. akşam eve geldiğimdeyse son derece nahoş bişi fark ettim ki o maalesef canon yazısının hemen solunda çatlak :( o anki isyanlar, niye ben niye hep ben, yerden yere vuruyorum kendimi ama öyle böyle değil, eşe dosta haber saldım, bir teselli ver falan diyorum :( aha futurafı.

ben kendimi yerden yere vuradurayım, saat olmuş 23:30 civarı, aklıma satıcıyı aramak geldi. arıyim anne, ariyim ya ne olucak ki, monologlarımın ardından, annem ara dedi, ara kurtul. o kadar mühim yani, neyse aradım ben dedim böyle böyle çatlakmış bu, müthiş ilgili bi satıcıydı saolsun, yarın getir varsa öyle bir durumu hemen değiştirelim. içim burkulaa burkulaa uyumuşum. sabah kalkar kalkmaz ilk işim bebeği kucağıma alıp, köpek yavrusu gibi seve seve satıcıya götürmek oldu, babam acil şifalar diliyordu o sırada bana. vardık, ben, aslında minik bu çatlak ama ileride sorun çıkarır mı diye eveleyip gevelerken, süper ilgili satıcım dedi ki, almışken bir kere alıyorsun, napıcaksın çatlak çatlak, yarına kadar istanbuldan istetiyim yenisini, yarın gel al dedi. bi sevindim, bi mutluluk, o an 160 olan boyum sanırsın 170 oldu, ayaklarım yerden kesildi. tam dükkandan çıkarken babacığım arabasını yeni park etmiş, geldi. 500d vidyo çekiyomuş bak onu alalım dedi. ama amacı böyle tamamen muhalefet olmak, bi alt modeli olsa ona gidicek 400d alalım diycek babacıyım, ben 450 dedikçe tutturdu 500, 500 de 500. vidyo çekmicem ben diye çığrındım ama pek dinlemedi, ben de en sonunda inat etmedim, 500d de adamın elinde vardı, gittik onu aldık, yarını beklemedik. alma aşamasında babacım satıcıya sataştı durdu, bu her zamanki huyu, el kadar dükkanda satıcı, çırak, satıcının kankası, yeni müşteri, ben ve babam bi yarım saat 45 dakika geçirdik sanırsam. o kadar ki, ayrılırken, herkesle vedalaştık, sıra bekleyen müşteri dahil olmak üzere, bambaşkasın baba dedim, ki bambaşkadır, çok huysuz ama şirin de aslında. neyse, dslr alma maceram böylelikle bitmiş oldu. bu da, çamaşır makinesinin üzerinde, bulanık çektiğim yeni cici. loreathan'a sevgiler saygılar sunarım bi de :)

gün elektronik alışverişinden açılmışken -gün bugündür-, saç düzleştiricisi denen yüzyılın buluşunu da gidip alalım dedik. aslına bakarsan babam terki diyar eyleyip yazlığa kaçtı, biz annemle gidip alalım dedik, "3 kuruş fazla olsun, kırmızı olsun" mantığı beslediğimden, sözde kızıl saçlar için üretildiği iddia edilen şu düzleştiriciyi aldık.




3 kuruş fazla da vermedik şimdi yalan söylemiyim, bunun normal saçlar için olanıyla (es2 imiş modeli) bunu aynı fiyata indirmişler, kampanya yapmışlar, çok kırmızıyım uu kırmızı görünce parayı gözüm görmez ayaklarına yatmiyim şimdi. neyse denemedim henüz ama umarım bozuk, kırık, eksik, gedik çıkmaz. sevindirikliğime sevindirik katıyorum, gün içinde bazı bazı bütün izmirin heyecanla, coşkuyla, halaylar çeke çeke ve hatta çığlık çığlığa sevincimi paylaştıklarını hissetmedim değil. kırmızı saç çok güzel bişi bence. ehe mehe.

Salı, Eylül 8

ankara, özellikle de aşti görülmeye acayip değer yerler(!). odtü güzel ama. çiçekler, böcekler, arılar falan. bundan sonra, şayet bir vedalaşma sahnesinde rol alıcaksam giden taraf olmak istiyorum.

Cuma, Ağustos 21

mim mim mini mini hanım! :/

ilk mimimi(çığrından çıkmak burda) almış, kabul etmiş hatta sevmiş bulunuyorum. blogunu ilk fark ettiğimde baştan sona okuduğum fragariac göndermiş mimimi, hehe. teşkür ettim kendilerine. başlayalım bakalım

1-Hangi şehirde yaşıyorsun?

İzmir

2-Mesleğin?

Büyüyünce endüstri mühendisi olucam, şimdilik öğrenci.

3-Blog yazmaya başlama kararını nasıl aldın?

şimdi ben ilk yıl sınava girdiğimde bu odtü denen okulu kazanamadım. izmirdeki bütüüün arkadaşlarım da gitti başka yerlere okumaya, doğrusu hiçbirinin de pek umrunda olmadım, yalnız kaldığım bi dönemde, bilog yazsam ya ben kinimi nefretimi döksem dedim. işte açtım bunu ama yazmadım, tek postum vardı. aradan aylar geçti,öss denen hastalıklı sınav bitti, geçti gitti, ben de buraları hatırladım, yazayım bakalım dedim. o ilk postu sildim, yeni bir başlangıç hesabı.

4-Ne kadar süredir blog yazıyorsun?

yan tarafta gözüküyor, 1 ay bile sayılmaz.

5-Bloğunu hangi sıklıkla ziyaret edersin?

ya her gün bakıyorum, hiçbişi yazılmasa da bakıyorum, benim bu diyorum, gözüme sevimli geliyor, sıcaktan bunlar hep.

6-Pc açıldığında bloğunu açmak kaçıncı sıradaki iştir?

2. , taş çatlasa -ki genelde çatlamaz- 3. sıradaki iştir

7-Başka bir blog sayfasında görüp aldığın bişiy ya da gittiğin yer oldu mu?

Evet, özellikle kozmetikte. bu online alışveriş sitelerinin tanıtımı falan olduğunda, param varsa kesin deniyorum ben de. ama genelde olmuyor:(

8-Bloğunda hangi konulardan bahsetmek seni mutlu eder?

ona karar veremedim. özenme sürecinden geçiyorum, ben de bugün ne giydim köşesi yaparım belki diyorum, sonra başka biloga girip ben de onu yapiyim bunu yapiyim dediğim çok oluyor. ama kabaca kişisel bi günlükten farkı olmıycak sanırım bu bilogun, karışık ya bilemedim ben nelerden bahsetmek beni mutlu eder.

9-Bloglarda gördüğün diğer blog arkadaşlarını eklemekte seni cezbeden ne olur? (blog teması, diğer bloglara yorumları, bloğunun adı, içeriği vs.)

temaya aman aman önem vermiyorum da, içeriklere takılıyorum. kendime yakın buluyorsam ekliyorum galiba, gülüyorsam ekliyorum, oha bu kız süper makyaj gurusu ya da eheh bunlar ne geyik adamlar diye ekliyorum, falan filan. takip ettiğim bütün bilogları severek okuyorum bu arada.

10-Blog aracılığıyla para kazanma fikrine nasıl bakıyorsun?

Buğulu bakıyorum. güzel bakıyorum, nası oluyo o işler?

11-Blog arkadaşlarınla bir araya gelme, buluşma fikrine ne dersin?

ne güzel olur valla derim ama pek arkadaşım yok burlarda :)

kuzenler iyidir




genelde herkes kuzenlerini sever. iyi anlaşır. ama ben bayılırım kuzenlerime, taparım. insanın kuş kadarken tanıştırılıp arkadaş olduğu, beraber büyüdüğü, hep ama hep görüştüğü başka kim var? bizim küçükken bir evimiz vardı, her katta karşılıklı iki daire vardı, birinde biz kalırdık, karşısındaysa o siyah saçlı gözde hatun, saçları kazıtmış olan görkem bey. iki evin kapısı hiç kapanmazdı lan, arada kilim olurdu, kapılar açık, ayakkabı giyilip çıkarılmazdı, o bi geçiş, düşün bilog iki uzun koridorun birleştirilmiş halini! müthiş eğlenirdik, köpekler gibi kavga ederdik.

öyle ki, bazı büyük kavgalarımızdan sonra ebeveynler birbirimizle oynamamızı yasaklardı, daha 24 saat dolmadan evin dışında buluşup bizi affetsinler diye plan yapardık. görkemle, saati falan çoktan unutmuş, daha ben 7 o 11ken, bütün ilçeyi gecenin bi vakti dolaştığımız gün, tam dün gibi. gelince sağlam azar yemiştik, telaştan deliye dönmüştü bizimkiler. o anlamsız hikayelerin, sapanla devletin lambalarına verdiğimiz zararlar, gece evin önünde oyun oynama tutkusu. insan o yaşları büyük şehirde geçirmemeli, şayet izmirde/ankarada geçmiş olsaydı geberirdik gibi geliyor sıkıntıdan. neyse işte, benim katıla katıla gülerek şahane pazar izlediğim sevimli kuzenim, 4-5 gün sonra tayvan yolcusu. 2 yıl yok.

her bayram, bu pozu izmirde veririz biz, yıl be yıl benzer fotoğraflar var zaten. evde o kadar velet olmak, nası büyük şans aslında, şimdi fotoğraftaki ufaklık, bizden biraz daha yalnız maalesef. bi sürü abi-ablar var, oyun arkadaşı yok. evin içinde koşarken dedemin kuşunun kafesini devirdiğimiz bayram hala konuşulur bizde. çıldırmıştı da, yakaladığı ilk velete bi tane patlatmıştı, ah talihli ozim:) hayvana bişi olmadı, geçirdiği travmayı saymazsak. şimdi ozimle ercü de macaristan yolcusu. neyse ki onlar daha yakına gidiyor. beni bu bayram, -artık koşturup tası, çanağı, kuş kafesini düşürmüyor olsak da- bu fotoğrafın aynısından 1598.sini çektiremiycek olmamız bile hüzünlendiriyor. nası desem de tam ifade etsem, izmir, biz hep beraberken, anlamsız geyiklerle saatlerimizi, günlerimizi geçirirken çok şahaneydi. yokluğunuza nası alışıcaz biz bebeler:( çabuk gidin. hemen dönün.


Çarşamba, Ağustos 12

ankaranın yolları taştan

ve evet, en nihayetinde bana bozkır yolları görüktü. büyüyüp de mühendis hanım olacağız, bakalım, kısfmet!

Perşembe, Ağustos 6

Pişt


Benim kızım olsan ya sen... bizim eve gelsene, herkeslerden iyi bakarım ben sana, valla bak :(

Çarşamba, Ağustos 5

en bi ilk post

içerik başlıkta gizli işte, sağa bakındım blog, sola bakındım blog, en nihayetinde dedim ki benim neyim eksik? buralar benim çöplüğüm gayrı. dolucak inşallah zamanla :)