Pazartesi, Mart 22

29.03.2010, kartlaşıyor olmam

bu günle ilgili önemli duyuru: nev kod adlı, nevzat bilmemkim'in güzide eseri "zor"u, özellikle de "öyle ya sen 19unda, koca bir kadındın" dizesini, bilogun sahibesi şu sağ tarafta futurafı da bulunan güzel bağyana ithaf etmek için kaldı geriye 7 gün. 6 değil, 8 hiç değil, tamı tamına 7 gün. bence şimdiden ithaf etmeye başlayın yani, yarın sabah erken kalkar ithaf ederim kandırmacalarına hiç girmeyelim. ithaf edin lan! son ithaflar bunlar, fuck the system, 20 oluyorum :/ bir de 42 kişisiniz, halay çekseniz çekersiniz yani. suskunsunuz ama iyisiniz bence ya. öperim.

Perşembe, Mart 18

ece

Bence orda ece diyo ki.



oh angie, angie, when will those dark clouds disappear
angie, angie, where will it lead us from here
with no loving in our souls and no money in our coats
you can't say we're satisfied
but angie, angie, you can't say we never tried.
angie, you're beautiful, but ain't it time we said goodbye
angie, i still love you, remember all those nights we cried
all the dreams we held so close seemed to all go up in smoke
let me whisper in your ear
angie, angie, where will it lead us from here
oh, angie, don't you weep, all your kisses still taste sweet
i hate that sadness in your eyes
but angie, angie, ain't it time we said good-bye
with no loving in our souls and no money in our coats
you can't say we're satisfied
but angie, i still love you, baby, ev'rywhere i look i see your eyes
there ain't a woman that comes close to you come on baby, dry your eyes
but angie, angie, ain't it good to be alive
angie, angie, they can't say we never tried

hayat ve anlamı 3


eksiklerimiz, dahası eksiklerim, yok değil.

Hayat ve anlamı 2

Pazar, Mart 14

hayat ve anlamı


Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.

-------------------------------------------------------------------------------------

buruk bi leyla'yım.
rüyamda öldüğümü, sonra ruh gibi bişi olup öldüğüm haberini yakınlarımın nası aldığını falan gördüm. çok da üzülmedi kimse ha, şerefsizler.

Cumartesi, Mart 13


bastığım yer bir var, bir yok.




Salı, Mart 9


sevecekse elbet, kırık bir kemiğin hüznüyle sevecek kalbim...
vurma bana, vurma! içimin oyuncakları kırılıyor
.
.
.
.
bir çocuğun düşüydüm de mor bir çocuğun
zor bir çocuğun üşümüş eliydim
tüysüz yüzüm tüzüklerinize küs
yanlışlıkla kalırım yoğun bakım yalnızlığımla
- bana vururken ellerini incitme yorgun amca
akşam çocuklarını nasıl seversin yoksa
.
.
.
.
omzuma kırık bir kol biçildi, terzi kim?
morarmış bir çift göz kafama buyur ettim
kabuk benim toprağa, kanasa yara benim
çünkü beni panzerler ezdi, son nefesteyim
- devlet beni vur! büyüyorum,
ben tehlikeyim
hırsızların çaldığı dilimi çığlıklarla onardım
katillerin boşalttığı ruhumu alkışlarla
buradayım:
cevabın soruyu incittiği yerde
.
.
.
leylekler getirmedi, kan yollarında bulduk seni
.
.
.
masumiyet
susarak kör edecek tarihin gözlerini
- öldürmek -bilmem neden, kadîm mesleğiniz miydi
.
.
.
çünkü bilmezsiniz
kalbini unuttuğunuz o çocuklar
tarihin beyaz taylarıdır
şimdi bu çocuklar ölmemiş gibi yapsak
karga gak dememiş, tavşan dağa küsmemiş gibi
.
.
.
yitik çocukluğun lüzumu yok,
size daha çok riya gerek
sen çirkin bir pinokyo’sun adam
ellerin çünkü ölümlere uzuyor
.
.
.
takılıverdi plak: … büyüklerimi saymak… büyüklerimi saymak…
büyüklerimi say… büyüklerimi… büyü…

Pazar, Mart 7

canımı sıkanlar, siz pek çoksunuz bu ara. ve de dibimde, hemen yanımda.

Cuma, Mart 5

" acıdan kırılsa bile sesim, acımı sesleyenler var. "
"ece; aysu, "şimdi erik olacaktı, tuza batırıp yiyecektik" diye bir resim paylaşmış. çok kederli lan. oturdum ona gülüyorum. "